31 Aralık 2012 Pazartesi

Zehirli Oyuncaklar

Geçen hafta sonu eşimle bir oyuncak mağazasına gittik. Oğluşuma oyuncak bakıyoruz :) Gelişimine, yaşına uygun olsun, motor becerilerini geliştirsin, tehlike arz etmesin gibi bir çok özellik ararken mağazayı 3-4 kez turladık diyebilirim. Beğendiğimiz her ürünün üzerini okuyor, yorumlar yapıyorken ısrarla çalan bir cep telefonunun sesi dikkatimizi dağıtıyor. Yaklaştıkça anlıyoruz ki; bu ses, telefon melodisi değil ışıklı-müzikli bir oyuncak.  Aslında tam olarak, şu malum mafya dizisinin müziklerinden oluşan bir M16 makinalı tüfekten bahsediyorum. İşin enteresan kısmı ise bu oyuncağı! dakikalardır inceleyenin 50'li yaşlarda bir amcamızın oluşu. Torunu mu yoksa çocuğu için mi bakıyor derken birden eşimle göz göze gelip aynı şeyleri düşündüğümüzü anlayıp gülümsüyoruz. Adamın yüzündeki şaşkınlıkla karışık mutluluk ifadesi bize aslında daha çok kendisi için incelediğini düşündürüyor :) Oğlum için zar zor beğendiğimiz ürünü alıp mağazadan çıkıyoruz. Eşimle yolda bu trajikomik meseleyi konuşmadan yapamıyoruz. Hatanın bu oyuncakları alanlarda mı yoksa üretenlerde mi olduğuyla ilgili sohbetler ederek eve dönüyoruz.
Sonra kendi kendime acaba diyorum... Son zamanlarda ortalıkta mafya babası kılıklıların artması, tüm cep telefon melodilerinin aynı olması, racon kesmeyip kafa kesenlerin türemesiyle bu masum! M16'nın bir ilgisi olabilir mi?
Günümüzde oyuncakların, sadece çocukları oyalamak için değil aynı zamanda zihin fonksiyonlarını da geliştirdiği, üretkenlik ve liderlik yeteneklerini kazandırdığı bilinen bir gerçek. Uzmanların, oyuncakların çocuğun geleceğine yapılan bir yatırım olduğunu savunmalarını da düşündüğümde küçük Polatların yapımında M16'yı hatalı buluyorum.
Şimdi soruyorum; her tarafı buram buram mafya hikayeleri kokan, ölüm kokan bir oyuncak, küçük bir çocuğun hangi zihinsel fonksiyonunu geliştirecek? Hangi liderlik vasfını kazanmasını sağlayacak merak ediyorum? Nasıl Polat olunur, racon nasıl kesilir, işkence nasıl yapılır gibi temel eğitimleri geliştireceği kuşkusuz. Çocuğu için bu tarz oyuncakları tercih eden ailelerin sosyokültürel düzeyini de düşünecek olursak her perşembe akşamı çoluk çocuk hep beraber ekran karşısında olduklarını tahmin edebilmek hiç de zor değil.
Maksadım bu çok popüler olan diziyi eleştirmek değil, zaten eleştirmen de değilim.
Bu yazıyı yazarken dahi "Ama bu dizi Türkiye'nin gerçeğini anlatıyor" şeklindeki savunmaları sanki duyabiliyorum. Hayır! Asıl gerçek anne ve baba olarak sorumluluklarını aldığımız çocuklarımız. Gelişimlerini olumsuz yönde etkilediğini bildiğimiz halde hiçbir şey yapmadığımız, keyfimizi bozmamak için birlikte şiddet içerikli yayınlar izlediğimiz, dahası oyuncaklarına bile zehir kattığımız çocuklarımız, bu ülkenin tek gerçeği ve maalesef geleceği oluyorlar. 







29 Aralık 2012 Cumartesi

2012 VE BİZ

2012 bizlere neler öğretti...
Hayatımın en önemli yıllarını sıralamaya başladığımda 2012 yılının diğerlerini geride bırakabileceğini hiç düşünmemiştim.
Bu anlamlı senede neler yaşadığımızı detaylara girmeden paylaşmak istiyorum.
2012 bizlere;
Dostluğun, çıkarlar çakıştığında bittiğini,
Düştüğün zaman ummadığın kişilerin kaldırmak için elini uzattığını,
İhtiyacımız olduğunda yanımızda sadece kan bağı olan insanların yer aldığını,
Haklarımızı savunduğumuzda yalnız kalacağımızı ancak haksızlığın bir parçası olursak sevileceğimizi,
Her işte bir hayr aramak gerektiğini,
Kıskanç insanların kalplerinde iyiliğe yer olmadığını, 
Sürekli bizi eleştirenlerin aslında bizim gibi olmak için çabaladıklarını,
Her hatanın mutlaka bir bedeli olması gerektiğini,
Cahil insanların cüretkarlıkta sınır tanımadığını,
Prensiplerimizden kimse için ödün vermememiz gerektiğini,
Bir şeye ne kadar çok inanırsak o kadar çabuk gerçekleşeceğini,
Huzur ve mutluluğun aslında her insanın içinde olduğunu,
Bu dünyada gölgesiyle bile kavga edebilecek kadar hırçın insanların var olduğunu,
Parayla satın alınamayacak şeyleri kaybetmemek için para harcamak gerektiğini,
Çok bilenin hep yerinde sayıp bir arpa boyu yol alamadığını,
İyi bakmaya başlayabilmek için iyi bir kalbe sahip olmak gerektiğini,
Tam bir aile olabilmek için birlikte hareket edebilmenin önemini,
Yanlış arkadaşın kişiyi yoldan çıkaracağını,
Sevginin emek verdikçe büyüdüğünü,
Dünyadaki hiçbir şeyin bir bebeğin gülümsemesinden daha değerli olmayacağını, 
Gangnam Style dansını,
Kıyametin takvimlerde koptuğunu,
2012 yılının bebek yılı olduğunu,
Her ne olursa olsun bu dünyanın aslında iyilerin dünyası olduğunu,
YAŞAYARAK ÖĞRETTİ.





23 Aralık 2012 Pazar

Başbakana Mektup

Geçenlerde BİMER'e (Başbakanlık İletişim Merkezi) yaptığım bir başvuruyu burda yayınlamak istedim. Bu konuyla ilgili rahatsızlık duyan birçok çalışan anneyi de duyarlı olmaya davet ediyorum.
"Sayın Başbakanım,
Ben ssklı çalışan bir anneyim. Bebeğim henüz 3 aylık. Ülkemizdeki analık izninin 2 ay gibi kısıtlı bir süre olması nedeniyle tüm çalışan anneler gibi bir şekilde işe başlamak durumundayım. Sağlıklı bir nesil yetiştirmek adına bebeğimi anne sütü ile beslemek istiyorum. Ancak işçi annelere tanınan günlük 1,5 saatlik süt izninin büyük bir kısmı yolda eve gidiş-gelişlerde geçiyor. Hem çalışıp hem çocuğuma yeterli olmak imkansız hale geliyor. Tabii ki çalışmak benim kişisel tercihimdir ve sonuçlarına katlanmak durumundayım. Fakat ülkemizde memur annelerin analık sonrası süt izninin ilk 6 ay 3 saat, sonraki 6 ay 1,5 saat olması, bu konuda eşit davranılmaması biz işçi anneleri düşündürüyor.
Sorum memurlara neden bu hakkın tanındığı ile ilgili değildir. Sorum şu ki; memur annelere tanınan hakların işçi annelere de tanınmasında bir sakınca mı vardır? Bu ülkede memur annelerin bebeklerinin ihtiyaçları ile işçi annelerin bebeklerinin ihtiyaçları birbirinden farklı mıdır? Bu adil olmayan konuyla ilgili yapılabilecek bir düzenleme olduğunu düşünüyorum. Şimdiden bu konuda yapacağınız adil çalışma için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum."

22 Aralık 2012 Cumartesi

Bebeklerde Konak Bakımı

Yenidoğan bebeğinizin kafa derisinde kuru cilt kabukları halinde beyaz-sarımsı bir tabaka! Buda neyin nesi? Görüntüsü de çok kötü. Evet maalesef konak! Küçüklerimizin dünyaya gelmeleri ile beraber sorunlarda başlıyor. Bu, yaşadığımız en basit ama kurtulması en sıkıntılı sorunumuzdu. Bir problemi çözerken sebebini araştırmak gerekir deyip kolları sıvadık. Konak, özellikle yaşamın ilk aylarında bebeğin başında aşırı miktarda üretilen yağsı maddelerin birikimi sonucu oluşuyor. Bebeğin cilt yapısı, allerjik olması, sık yıkanmaması ve ortam ısısının fazla olması da tetikleyen etkenler arasında. Endişe edecek bir durum değil. Konak herhengibir rahatsızlık olmayıp iyi bir bakımla ortadan kalkıyor. Biraz sabır ve zahmet istiyor o kadar.
Peki biz ne yaptık, ne yapmadık?
  • Bebeğinize en azından gün aşırı banyo yaptırın
  • Banyodan önce konakları bebe yağı veya zeytinyağı ile masaj yaparak yumuşatın.
  • Konak kalın bir tabaka halinde ise zeytinyağı içine bir miktar karbonat eklemek  kabarıp kalkmalarını sağlıyor.
  • Konak tam olarak yumuşadığında (yaklaşık 1-2 saat bekletmek gerekiyor) mutlaka bir konak tarağı ile hafifçe tarayın. Oğluma babası Chicco' nun tarak setini almıştı. Önce ne gereği var demiştim :) Ancak en çok işime yarayan bebek bakım ürünüde o oldu.
  • Tarama işlemi sırasında nazik olun ve asla kazımaya çalışmayın. Konak tedavisinde esas olan iyi yumuşatılıp temizlenmesidir. Aksi halde bir hastalık olmayan bu durumu mantar ve çeşitli enfeksiyonlara açık hale getirirsiniz.
Bu uygulamayı sık yaptıktan sonra konakların temizlenip bittiğini göreceksiniz. Dikkat edilmesi gereken asla kuru iken kazımaya, taramaya çalışmamak. Tüm bunlara rağmen inatçı bir şekilde tekrarlıyorsa yapısal olduğunu düşünebiliriz. Piyasada konak için özel şampuanlar ve kremler var. Bize doktorumuz Mustela' nın konak önleyici yenidoğan şampuanını önermişti. Eğer konaklı bölgede herehangibir kızarıklık, akıntı varsa yine doktorunuza daşımanızı öneririm.
Çok şükür ki biz ilaç veya şampuana gerek kalmadan bu sorunun da üstesinden geldik. Çirkin görüntüsü ve tekrarlıyor olması nedeniyle hakikaten can sıkıyordu. Üstelik bebeğinizin kafasını görenler ileri geri yorumlar yaptıkça daha da tahammülsüz oluyorsunuz. Banyo saatlerimiz işkenceye dönüşüyordu. En önemlisi de dünyanın en güzel bebeğine (ki o sizin bebeğiniz) asla yakıştıramıyorsunuz. Neyse ki kısa sürede atlattık ve artık oğluma banyo yaptırmak en keyifli hobimiz haline geldi. Oğluşumu yıkayacağımız gün eşim işten büyük bir hevesle geliyor. Değmeyin keyfimize :)
Tüm bebişlere sağlıklı ve konaksız günler diliyorum...

20 Aralık 2012 Perşembe

Geçmişten Bugüne

Yıl 2006...
Nihayet fakülteden mezun olmak üzereyim.
Tek telaşım şu bitirme tezini verip okula ve bu şehre veda etmek...
Sınıftan arkadaşlarla her zaman ki gibi Naturland Cafedeyiz. Bir arkadaşımın ziyaretine iki adam geliyor :) Bu adamlardan birisi Okan amcan. Diğeri ise baban. Hiç konuşmuyor, hatta karşı masada çay içip gidiyorlar.
Sonra bu ziyaretler daha da sıklaşıyor. Evlilikten bahsediyor. Nerden çıktı? Neden evleneyim ki diyorum. Onu tanımam gerektiğini söylüyor. Neden öyle bir gereklilik olsun ki diyorum?
Her üniversiteli gibi bizim bölümde de bir mezuniyet balosu organize ediliyor ve ben gitme taraftarı değilim. Arkadaşlarımın yoğun isteği üzerine son anda karar verip baloya gidiyorum. 
Baban da bir bahane ile oraya geliyor.
Ama bu geliş biraz farklı. Ben bu adamı daha önce defalarca görmüştüm. Böyle değildi?! Kıvılcımlar çıkıyor....
Babacığınla ondan sonra daha hiç ayrılmıyoruz.
2009 Temmuz...
Tüm zorluklara rağmen, kendimize rağmen bu yuvayı kuruyoruz. Senin için kuruyoruz. Günler mutlu mesut, birbirimizi hiç incitmeden geçip gidiyor.
2012 Ocak...
Sürpriz bir şekilde senin varlığını öğreniyoruz. Ağlıyorum...
Baban şaşırıp kalıyor, konuşamıyor. Seni beynimizde hayal etmeye çalışıyoruz. Olmuyor. Hayal gücü bile çaresiz kalıyor böyle bir mucizenin karşısında!
Şimdi yatağımda uyuyorsun. Hiçbir dünyevi tabir ile anlatılamayacak kadar güzelsin. Hayal edilemeyecek kadar kusursuz. Canım yavrum, iyi ki geldin. Huzurumuza huzur, mutluluğumuza mutluluk kattın...





 
 

18 Aralık 2012 Salı

Hayata Dair...

Bu sabah bir dostumun baba özlemiyle paylaştıklarını okuyarak güne başladım. Acısını yüreğimde hissettim... Hayat bazen ne kadar da acımasız olabiliyor. En sevdiklerimizi bir anda bizden alıp götürüyor. Bazen hayattaki tek dayanağımızı... Bazen öpmeye bile kıyamadıklarımızı... Kimi zaman da canımızın yarısı koparıp götürüyor bizden. Ve elimizden hiçbirşey gelmiyor. Halbuki bir fırsatı olsa, bir imkan verseler neleri feda ederdik... Sevdiklerimizi son bir kez olsun 1 dakika daha fazla görebilmek için nelerden vazgeçmezdik ki. Ne yazık ki bunu kaybetmeden anlayamıyor insan. Kayıp yaşamadan yanımızdakilerin kıymetlerini bilemiyoruz. Ne büyük bir nimettir birlikte nefes alabilmek...Uzakta da olsa hayatta olduğunu bilmek... 
Aslında kaybetmekten daha acı olanı da keşkelerimiz! İncittiğimiz, kırdığımız, anlamayıp bağırıp kavga ettiğimiz anlar için beyinde dolaşan keşkeler... Hepimizin  zaman zaman "keşke yapmasaydım, dilim kopsaydı da söylemeseydim" dediğimiz anları olmuştur. Herşey insanoğlu için...Elbette hata yapacağız birbirimizi istemeden de olsa üzeceğiz.
İnsan yaptıklarından çok yapmadıkları için pişmanlık yaşamalı bence. Böylesi daha güzel olur ve daha az acı verirdi. Mühim değil, yapamadığımız herşey için bol bol pişman olalım. Birgün isteklerimizi gerçekleştirme fırsatını bulur yada bulamayız. Ama hatalarımızı değiştirmeyi istemenin bir faydası yok. Ölüm gerçeğinin hepimiz için bu kadar ani ve yakın olduğunu bile bile insaları kırmak yaptığımız en büyük hata! Hayat bunu bize her fırsatta öğretiyor da biz mi öğrenemiyoruz? 
Düzeltemeyeceğimiz şeyleri bozmamak umuduyla...

16 Aralık 2012 Pazar

Anne Sütü

Doğumla beraber bebeğinizi ilk kucağınıza aldığınız anda başlar annelik içgüdüsü... İlk yapmanız gereken ve en önemli göreviniz onu beslemektir. Emzirme, başta anne ve bebeği acemi olduğundan çok stresli bir iş gibi görünebilir. Bebeğinizin doyup, doymadığını bilemezsiniz, sütünüz var mı yokmu kestiremezsiniz. Bu belirsizliklerin üzerine birde her annenin etrafında herşeyi bilen bir kalabalık yerini alır. Sütün yetmiyor!, çocuk doymuyor! sütün yaramıyor! sütün bebeğe gaz yapıyor! ondan yeme bundan içme! vs vs vs....
Evet tanıdık gelmiş olmalı, bir çoğumuz maalesef bunları ilk annelik deneyimimizde yaşadık. Önemli mi? Aslında buraya kadar bu masumane görünen yorumlar sadece can sıkmakla kalır. Peki ya sonra? Tabii ki bebeğinin doymadığına sütünün yeterli olmadığına inandırılan acemi anne adayı mamaya baş vurur. Öncelikle süte takviye gibi görünsede çocuk mamayı yedikçe anneyi emmemeye başlayacak ve anneninde buna bağlı olarak sütü olmayacaktır.
Bunları neden mi yazıyorum? Ben ve çevremdeki ilk annelik deneyimini yaşayan bir çok arkadaşım çok bilmiş kalabalığın gazıyla neredeyse bebeklerimizi mama ile besliyorduk. Tabii ki mama vermek zehir değildir ve doktor tavsiyesi ile başlanıyorsa gereklidir de. Benim kastettiğim şu ki;  süt yapımına müsade etmeden birilerinin doğruları! ile yapılanların faturası maalesef bebeklerimize yansıyor. Biz, oğlumda direkten döndük. Ne yazıkki bir kaç arkadaşımın bebekleri oğlum kadar şanslı değildi.
Sevgili anneler, unutmayınız ki hiç bir kadının doğumdan hemen sonra fışkırırcasına sütü olmamıştır. Anne sütünün yapımını uyaran en önemli faktör bebeğin emmesidir. Siz, yavrunuza takviye amaçlı diyerek mama verdiğinizde, bebek emmek için zahmet harcamaz. Ayrıca mama şekerli olduğu için çocuğu mayıştırır ve uzunca bir süre uyumasını sağlar. Sizde bebeğinizin  mama ile doyduğu, sütünüzün hakikaten yetmediği kanısına kapılarak kendinizi kandırırsınız. (Beni bu konuda uyaran çocuk doktoruma çok şey borçluyum.)
Uzun lafın kısası, bebeğiniz her istediğinde lütfen emzirin, sütünüzün yeterli olup olmadığına doktor kontrolünde karar verin. Benim doktorum "yeterli tartıyı alıyor ve günde 7-8 kez altını ıslatıyorsa o bebek doyuyor demektir" demişti. Zaten oğlumun kilo ile bir sıkıntısı da olmadı Maşaallah.
Bebeğe sadece  gece mama vereyim uzunca bir süre rahatça uyusun düşüncesine asla kapılmayın. Unutmayınız ki; vücudunuz bebeğinizin ihtiyacı kadar olan süt üretimini yapacak şekilde yaratılmıştır.
Sizlerle annelik yolunda yaşadığım bir deneyimi daha paylaşmak istedim. Unutmadan süt üretimini artırmak için extra birşeyler yemekte işe yaramıyor. Sadece uykunuzu iyi alıp bol miktarda su içerek bunu sağlayabileceğinizi göreceksiniz. Ben günde 4,5 lt su içiyorum. 3.5 benim için 1 lt de oğluşuma :)
Hiç bir bebeğin annesinin sütünden mahrum kalmaması dileğiyle...

15 Aralık 2012 Cumartesi

KOLİK Mİ ?!...

Kolik, sağlıklı bir bebekte ilk üç ay boyunca süren, her gün akşam aynı saatlerde başlayan ve sebebi belli olmayan ağlamalardır. Yüzde kızarma, dizlerini karnına çekme şeklinde kendini gösteren bu ağlamalara gaz sancısıymış gibi yaklaşılması tamamen yanlıştır. Bizde oğlumda birçok kişinin yaptığı hataları neredeyse yapıyorduk. Maalesef bu konuda doktorlarda yeterli bigilendirme yapmıyorlar. Sizlere tavsiyem paranızı boş yere gaz ilaçlarına harcamayın. En önemliside el kadar yavrucağıza deneme tahtası gibi o ilaç senin, bu ilaç benim vermeyin. Öncelikle sakin olun. Evde yapabileceğiniz basit düzenlemelerle bunun üstesinden gelebilir ve bu saatleri bebeğinizi ağlatmadan atlatabilisiniz. Oğlum her akşam babanın eve gelmesiyle yatma saati arasında huzursuzdu.(17:00/21:00) Biz de bu saatlerde ona sessiz, loş bir ortam hazırlıyorduk. Bebeklerin bu aylarda sinir sistemi henüz tam gelişmediği için uyaranlara karşı daha duyarlı oluyorlar. Evde onun huzursuz saatleri geçene kadar TV açmıyor, gürültü vs gibi uyaranları azaltıyorduk. Bazı rahatlatıcı müzikler, bazen yumuşak bir tonla şarkı söylüyordum. Rezene çayınında ilaçlardan daha fazla faydasını gördük. Hem bebeğime verdim hemde süte geçmesi için  kendim içtim. Birde tüm bebekler yumuşak bir battaniye ile (bizimki havlu battaniye idi) sarılmayı severler. Banyo saatini huzursuz olduğu zamana yakın olacak şeklinde ayarladık.  Kolik için yapılabilecek pek çok uygulama var elbette. Ama bizim bebeğimizde bunlar işe yaradı. Benim söylemek istediğim bebeğinizin yaşadığı huzursuzluğun gaz sancısı mı yoksa kolik mi olduğunun önce adını koyun. Koliğin bilinen hiçbir tedavisi yoktur. O nedenle Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok diye düşünüyorum...
Tüm bebeklerin huzur içinde büyümeleri dileğiyle...

Bertuğ Uyku Müzikleri

Müziksiz asla...

TAKIM KARMAŞASI

Canım yavrum sen daha büyümeden senin adına kararlar vermiş gibi görünse de bu kıyafetler içinde ne kadar sevimli olduğunu görmeyi istemek her ebeveynin özendiği bir durumdu.
Tamam, her ebeveyn abartı oldu bizim gibi futbol sevdalısı çiftler diyelim :)
Babacığın ile anlaşamadığımız tek konu
Fenerbahçe/Galatasaray...
Her konu gibi onunda üstesinden geldik meleğim merak etme.

Söz konusu Sivas Spor olunca akan sular duruyor...
Yiğido bizim tutkumuz...
Tabii ki kendi kararlarını kendin vereceksin tatlım.
Son olarak her Yiğidonun gönülbahçesinde bir aslan yatarmış diyor büyümen için sabırsızlanıyorum.


14 Aralık 2012 Cuma

MERHABA...

24 Eylül 2012 sabahı hayatımızın en anlamlı günü...
O sabah yaşanacaklardan habersiz sıradan yeni bir güne açtık gözlerimizi...
Sıradan bir doktor kontrolü bir anda bizi alarm durumuna geçirdi.
Canım yavrum geliyor!
Biraz telaş, biraz heyecan, korku, endişe...
En çok da sabırsız bekleyişin sona erecek olması sevindirdi bizi.
Seninle tanışmak için sabırsızlanan bir sürü insan arasında en şanlısı bendim meleğim.
Tüm o karmaşa ve hengameye rağmen nihayet sana sesleniyorum bir "MERHABA" ile...
Ve bir damla gözyaşı...
Yanağına kondurduğum o küçük ilk öpücük ile sana aslında tüm hayatın boyunca şans diledim bebeğim...
Hep bahtın açık olsun canımın yarısı...